“Vakti gelmemiş, ham onlar. Yenmez o daha çocuğum, koparmayın dalından erikleriii…”
Ne demekti vakti gelmemek?
Ne demekti ham olmak?
Çocukluğumun komşu teyzesi Fetiye ninem.
Hiç çocuğu olmamış, mahallenin çocuklarını, özellikle beni ve kardeşlerimi çocuğu bellemişti. Mahallenin haylazları bizler, erikler birazcık büyüyünce ağaca musallat olurduk. Fetiye teyzenin eşi Halit amca… Aynı zamanda bahçedeki meyve ağaçlarının bekçisi. Meyve zamanı geldi mi aramızda tatlı bir mücadele başlardı. Sürekli camın önünde oturup kim ağaca yaklaşsa; “Koparma evladım ham meyveyi dalından, vakti gelmedi daha” diye seslenirdi. O sesi duyan çocuklar yakalanmanın verdiği korkuyla hemen oradan uzaklaşırdı. Camda olmadığı vakitleri bilirdim. Ezanı duyar duymaz Halit amca oturduğu yerden kalkardı, o namaza, ben ağaca. Öğle namazı biraz daha uzun, ikindi namazı daha kısa, hesapları ona göre yapardım.
Yüzümüz buruşa buruşa yediğimiz eriği toplarken, bir gözümüz camda, bir yandan da dallardan daha büyüğünü seçmeye çalışırdık. Aslında en fazla üç dört tane erik yerdim, fazlasının zarar olduğunu da bir önceki sene tecrübe etmiştim. Yedikten sonra bir yandan karın ağrısı ile kıvranırken, Fetiye ninem “Ben sana demedim mi ham onlar yeme karnını ağrıtır” diye söylenirdi. Annem de bir yandan “Oh olsun sana erkek çocuğu gibi ağaç tepelerinde gezersen işte böyle olur” der, beni kapana kıstırmışlar da tadını çıkarıyor gibi olurlardı. Bende bir daha aynı duruma düşmemek için artık kendimi üç tane erik ile sınırlamıştım. Tadı hiç de hoş gelmeyen bir erik yeme mücadelesi, aslında Halit amca ile yaşadığımız aramızdaki gizli eğlence, çekişme içindi. Bir tane yer, bir tanesi ağzımda, birkaç tane de elimde beklerdim namazının bitmesini. Geri geldiğinde de zafer kazanmış komutan edası ile Halit amcanın gözüne bakıp “Fetiye nine ağaçtan erik aldım hakkını helal et” derdim. Fetiye nine “Helali hoş olsun kuzularım yiyin ama dikkat edin ham onlar daha vakti gelmemiş karnınızı ağrıtır. Ağacın hepsini bitirmeyin de olsun, olunca tadıyla yiyin, tadına varın” diye cevap verirdi.
Peki ham ne demekti? Vakti gelmemesi ne demekti?
Tadında olmak, tadına varmak ne demekti?
Çocuk halimizle anlamazdık. İlişkimiz yaz boyunca böylece devam ederdi. Eriği, kirazı, dutu, elması, inciri… Meyveler olunca da bize toplatırdı. Sepetlere doldurup, taslarla komşu paylarını ayırır, hangimiz topladıysa fazla hisse verirdi.
“Bak şimdi tadı, lezzeti ne güzel değil mi kuzum? Tam tadında… Yiyenin karnı ağrımaz, vücuduna şifa olur, ağzı tatlanır, lezzetinden keyif alır” der, tek dişi ile o da yemeye çalışırdı.
O zamanlar ne demek istediğini anlamazdık. Meğer konu sadece meyve değilmiş. Sadece meyve ham olmuyormuş. Hayat insana yaşadıkça, yaş aldıkça öğretiyor değil mi? Ham olmanın, vakti gelmedi denilmesinin sadece meyveye ait olmadığını… İnsanlar içinde de ham kalmış vakti gelmemiş, olmamış olanların hatta olamadığı için bozulanlar, olamamış olanların olduğunu. Etkisinin de meyvenin ağzını burmasından daha fazla olduğunu. İnsan nasıl can yaktığını, canını nasıl acıttığını yaşayınca daha iyi anlıyor.
Her şey zamanını bekliyor ve her şey vakit alıyor!
Hayat sebep sonuç ilişkisidir ve her şey bir süreçten geçip kıvama geliyor.
Ham olmakta sorun yok, ben oldum diye ham olarak dalı bırakmak insanı mutsuz ve başarısız yapıyor!
Dolayısıyla lezzetli bir tat bırakmak için, olgunlaşmak gereklidir.
Ve sabır insanı en çok olgunlaştıran değil midir bu hayatta…
Olgunlaşmak beklentilerimizi düşürerek zamanı gelmeyen tüketimlerimizi kontrol edebilmektir. Bunun için ise sabır gereklidir. Sabır bekleyebilme aşamasıdır, duygusal dayanıklılıktır.
Ham kalma evladım.
“Ham kalma evladım, vakti gelmeden ortaya düşme, kimden nereden geldiğini bil. Bekle, eğriyi doğruyu iyi tart, halden anla. İnsanlara şifa ol, keyif ver, lezzet ver. İnsan ol, eş ol, baba ol, anne ol, evlat ol. Ne olursan ol iyi ol, güzel ol, tadında ol ki, mutlu ve başarılı olabilesin.”
İnsanın olgunluk, olmuşluk hali tadından yenmez olduğu halidir.
Yaşantımız şifalı olsun, keyif versin, tam tadında olsun…
Her şey tadında güzel, meyvesi de insanı da ...
YanıtlaSilTam tadında anlatılmış. Yaptığım her işi olgunluk seviyesine taşımanın değeri ve insana katacakları.
YanıtlaSilEmeğinize sağlık...
YanıtlaSilOlgunluğa ulaşabilenlerden olabilmek dileğiyle 🤲
YanıtlaSilHarika bir yazı hocam emeğinize sağlık. Çok yerler değinen, iyileştiren, boşlukları dolduran keyifli anlara götüren, ustaca bugünle birleştiren... 🌹
YanıtlaSilO tek dişli nine nasıl da hayatı anlatmış… güzelin gerçek olanı o faydayı verince tadından geçilmiyor…
YanıtlaSilGüzel ve tatlı bir yazı. Elinize sağlık
YanıtlaSilÇok güzel bir anlatım olmuş 🤍 kaleminize sağlık🌿
YanıtlaSilOlgunlaşan hem rahatsız etmez hem de yiyene şifa olur... Gerçekten de insan böyle örneklendirince daha iyi yatıyor kafasına. Olgun insan rahatsız etmez aksine fayda verird. Umarım olgun insan olabiliriz
YanıtlaSilHarika bir yazı olmuş hocam 🙏 elinize, emeğinize, yüreğinize sağlık 🙏 👏 💐
YanıtlaSilBir beyit vardır: hamsın hamsın piş, derviş ol derviş!
YanıtlaSilHamur bile mayalanınca güzel pişmez mi?
Yanmak mı pişirir, çiğlik mi geçirir insanı türlü süzgeçten, işin sırrı sabretmeyi fark etmekte.. güzel bir makale, sevgiyle
Özge..
Herşeyin bir zamanı var. Sabrı hatırladım tekrar bu yazı ile.
YanıtlaSilYüreğinize ve kaleminize sağlık 🌼
Tam tadında bir yazi kaleminize saglik😊✏
YanıtlaSilHer şeyin bir zamanı vardır, olgunlaşmanın da. Ham kalmanın kimseye faydası yok.
YanıtlaSilZaman meyveleri olgunlaştırır insanı değil. İnsanı olgunlaştıran nedir? Sabır. Açken ve yemeği önünde iken bekleyebilmek. İnsan duygusal dayanıklılığını arttırınca olgun hale geliyor.
YanıtlaSilEllerinize sağlık çok güzel olmuş insan ne kadar çok olgunlaşmamış insanla karşılaşırsa okadar olgunlaşıyor bence 😔
YanıtlaSilÇok güzel yüreğinize sağlık ❣️
YanıtlaSilİnsan nasıl ham kalmazdı da olgunlaşırdı, tadından yenmez kıvama gelirdi, güzelleşirdi… Elinize sağlık🌺
YanıtlaSil