Nerede O Eğlenmeyi Bilen Nesil?

Sıkı can iyidir çabuk çıkmaz… 

Bizim gençliğimizde gençlerin canı sıkılamazdı. Çünkü sıkı can iyiydi, çabuk çıkmazdı. Yapılacak çok iş olduğundan zamanın nasıl geçtiğini anlayamazdık. Bu sebepten bizim nesil, sıkılmazdı. Günün koşturmasından sıkılacak vakit de olmazdı. 

Okullarımız yarım gündü. Öğle saatlerinde eve gelinir, yemek yenir, ders çalışılmaya başlanırdı. Çalışkanlığın sembolü kırmızı kurdeleyi yakamıza takmak için emek vermek gerekirdi. Dersini yapmayana tembel denirdi. Sınıfta kalan bir sonraki sene aynı sınıfı tekrar ederdi. Bütün mahalleye rezil olurdu. Çalışmanın olduğu gibi tembelliğin de bir bedeli vardı. Çalışıp emek verildiği zaman başarılı olunacağı bilinirdi. 


Eğlendiricisi olan değil eğlenmeyi bilen bir nesil vardı.

Apartmanda çocuklar olurdu ama evde oynamayı tercih etmezlerdi. Çünkü sokak oyunları vardı. Misket, istop, birdirbir, yakar top, saklambaç, ip atlama… Hava güneşli ve bir de yağmur yağmıyorsa parka gidilirdi. Salıncak sırası için kavga bile çıkardı.


Her çocuğun olduğu gibi büyüklerinde çok işi vardı. Bulaşıkları elinde yıkamak, yemek yapmak, çamaşır yıkamak… Sözde merdaneli makine çamaşırları yıkar ama tek başına çalışmayı o da sevmezdi. O da bedel isterdi. Suyu kaynatıp makineye dökmek, merdaneye çamaşırların suyunu sıktırmak gerekirdi. O mu daha çok çalıştı yoksa evin hanımı mı bilinmezdi.  O zamanlar vileda henüz olmadığından divanların altına çocuklar girip silerdi. Mahallede spor salonu yoktu ama herkes yaşantısıyla jimnastik şampiyonasına hazır gibiydi.

Herkesin evinde telefon yoktu. Onun için misafirlikler çat kapı olurdu. Her an biri gelebilir diye evlerimiz her zaman derli toplu olurdu. Ama altın günleri önceden bilinirdi. Çalsın teypler, oynasın konu komşu. Güne gelenlerin kalkıp oynaması, süslenmesi, gelirken topuklu rugan ayakkabılarını getirmeleri beklenirdi. Misafirlik bile farklıydı. “Ay sen yabancı değilsin“ diyerek kimsenin yanına pijamayla çıkılmazdı. Günümüzde “Ay sen yabancı değilsin” diyerek kendimize yabancılaştık.


Apartmandaki komşular bazen aile bireylerinden daha yakındı. “Ev alma, komşu al” atasözü değil, gerçekti. Anne gittiği yerden dönemediyse çocuğu komşulardan biri evine çağırır, yemek yedirir, dersini bile yaptırırdı.Çocuklar sokakta oynarken komşu teyzeler camdan seslendiğinde hemen koşturup bakkala, manava giderdi.
Birbirlerinin ihtiyaçlarını giderince ilişkiler de dengeye geliyor. Günümüzün en büyük problemlerinden biri de bu aslında. Çünkü ilişkilerimizde dengeyi kaybettik. Kendi isteklerimize odaklanmaktan yakın çevremize ayıracak vaktimiz de enerjimiz de kalmadı. İhtiyaç giderdikçe kendi ihtiyacının da giderildiğini ve paylaştıkça çoğaldığını unuttuk. 

Bedenen yaptığımız işler azaldı. Evi robot süpürge süpürüyor ama trafikte bütün apartmanı süpürmüş kadar yorulabiliyoruz. O kadar yoğun ve yorgunuz ki çevremizde olup biteni algılamakta zorlanıyoruz ama herkes bizi anlasın istiyoruz. 
Bir selam verecek kadar zamanımız yok mu? Sabah otobüse bindiğimizde otobüs şoförüne tebessüm ile bir günaydın demek, teşekkür etmek zor olmasa gerek. 
Haydi dönüp bakalım, boş vaktimde değil de en olmayan dar vaktimde kimin için ne yapabilirim? 
İyilikler paylaştıkça büyür, kötülükler paylaştıkça küçülür…






Yorumlar

  1. O kadar yoğun ve yorgunuz ki çevremizde olup biteni algılamakta zorlanıyoruz ama herkes bizi anlasın istiyoruz. :(

    YanıtlaSil
  2. Elinize sağlık 👏

    YanıtlaSil
  3. Nostaljik oldu.. küçükken yaptıklarım hep anlatılmış.. ip atlamayı o kadar severken çocuğuma bunu yaptırmamam haksızlık olmuş.. çok güzel bir yazı, üzerinde çokça düşünmek gerek..

    YanıtlaSil
  4. Herşey için geç değil hala gelecek için umut var 🌸

    YanıtlaSil

Yorum Gönder