Nefes yüklü yağmurlar…
Aylardan hazirandı ama havalar hala ısınmamıştı. Yağmur yağdı yağacak gibiydi. Sevgi yağmur başlamadan önce eve yetişmenin derdinde arabasına doğru adımlarını iyice hızlandırdı. O anda yağmur başladı. Çocukluğundaki gibi yağmurda yürümek istedi ama o kadar vakti yoktu. Arabasına bindi, camı açtı. Toprağın kokusunu içine çekmek için derin bir nefes aldı. Sanki gönlü ferahlamıştı. Birkaç dakika da olsa duraksamak, yağmurun toprağın güzelliğini hissetmek rahatlatmıştı onu.
Evin yolunu tuttu. Bugün eve giderken acele etmeyecekti. İnsan telaştan toprağın kokusunu, yağmurun ıslak dokunuşunu kaçırıyordu. Toprağı, yağmuru, insanı düşünürken bayram geldi aklına. Bayrama ne kalmıştı şunun şurasında.
Birkaç yıldır iş hayatından, şehrin karmaşıklığından bunaldıkları için bayramlarda tatile gitmeyi tercih ediyorlardı. Bayram demek tatil demekti artık. Ama geçen gün babası “Bu bayram gelseniz keşke çocukları da özledim” demişti. Sevgi de çok özlemişti aslında çocukluğundaki bayram sevinçlerini.
Düşünceler içinde eve nasıl geldiğini anlamadı. Kıyafetlerini değiştirip mutfakta yemek yapmaya koyuldu. Bu bayram memlekete gitmeyi ailesini ikna etmek için güzel bir masa hazırlamaya karar verdi. Kim en çok neyi seviyorsa onları pişirdi.
En tatlı haliyle:
-Yemek hazıırrr. Haydi sofraya…
-Ellerine sağlık anne, yemekler çok güzel olmuş.
Sevgi bir yandan çocuklarını ve eşini izliyor, bir yandan da konuşmak için doğru zamanı kolluyordu. Bir an geldi;
-Bu Kurban Bayramı köye gidelim diyorum, ne dersiniz?
-Hayıırr anne!
-Hayatım ne yapacağız köyde? Tatil planı hazır bile.
-Ama ben düşünmüştüm ki, çocuklar bayramda hiç köye gitmediler, bayram sevincini yaşasınlar.
Ama kimse onu dinlemiyordu. Herkes tatil planını anlatıyordu. Bir yol olmalıydı onları ikna etmek için.
Çocukluğunu düşünmeye başladı. Arefe günü annesi ellerine kına yakardı. Sabahı heyecanla beklerlerdi. Ama heyecanın asıl sebebi bayramdan bayrama alınabilen yeni kıyafetlerdi. Bayramın ne olduğunu tam bilemezdi o yaşlarda, yine de içinde büyük bir neşe olurdu. Bir tek Kurban Bayramlarında üzülürdü. Birgün dedesine “Dedeciğim ben Ramazan bayramını daha çok seviyorum, kurban bayramında çok üzülüyorum çünkü ben hayvanları çok seviyorum” demişti.
Peki neydi kurban?
Dedesi Sevgi’yi kucağına oturtup Hz. İbrahim ve Hz. İsmail peygamberin öyküsünü anlatmıştı.
İbrahim peygamberin çok yumuşak bir kalbi vardı. Çocularıda çok seviyordu ama çocuğu olmamıştı. O kadar çok istemişti ki bir çocuğu olmasını Rabbine dua etmişti. Eğer ona bir evlat verirse Rabbine en sevdiğini kurban edeceğine söz vermişti.
İsmail doğup, büyümüştü. İbrahim’in verdiği söz üzerinden yıllar geçmişti. Ve İbrahim’e verdiği söz hatırlatıldı. İbrahim peygamber kalbini yokladı, en sevdiği İsmail’di. İbrahim sözünü tutup en sevdiğini, İsmail’ini kurban edecekti. Ama o yumuşacık kalp bu acıya dayanamıyordu. İsmail ise daha çocuk yaşında babasına, Rabbine verdiği sözü tutmasını söylüyordu. İkisi Rabbinin emri karşısında teslim olmuştu. Onların teslimiyetinden Rabbi razı olduğu için sınavları hafifletildi ve onlara koç gönderildi. Hediye edildi. Aslında bayram demek; Rabbinin hediyesi ile sevinmekti.
“Peygamberlerin yaşadığı olaylarla Allah bütün insanlara bir yol gösterir.” demişti dedesi.
Peki bu öyküden alınacak dersler ne olabilirdi?
Allah bizden evladımızı istemiyorsa bizden ne istiyor olmalıydı?
Biz İsmail’den, İbrahim’den ve kesmeyen bıçağa inen koçtan neyi anlamalıydık?
Biz, çok istediğimiz şeylerden Allah için vazgeçtikçe her şeyi yaratan Allah, bize koçlar indirmez miydi?
Kurban’ın gerçek anlamını yıllar sonra şimdi anlamaya başlamıştı.
Kurban bir vazgeçiştir. Kurban samimiyettir. Kurban Rabbine bir adım daha yaklaşabilmektir. Diye düşündü Sevgi ve kendine sordu:
Rabbine yakınlaşabilmek için nelerden vazgeçiyorsun?
Sevgi bu bayramda tatilden vazgeçmişti ama çocukları ikna edememişti. Olsun yine de çocuklarına bayramın ne demek olduğunu anlatmaya karar verdi.
Önce bayram ne demek, kurban ne demek onu anlamalıydılar.
Tıpkı dedesinin ona anlatığı gibi “Kurban Bayramının” ne demek olduğunu anlatmaya başladı çocuklarına. O sırada çocukları gibi eşinin de onları dinlediğini fark etti.
Çocuklar; “Sonra anne, sonra ne oldu?” diye heyecanla sorarken hikayenin sonunu bilen karı-koca aynı anda birbirlerine baktılar. İkisinin de gözleri yaşarmıştı. Eşi kendinden emin koltuktan kalktı ve yüzünde tebessüm elinde telefon,
“Alo babacığım, biz geliyoruz bayram harçlıklarını hazırla” dedi.
Samimi yazınız ve güzel değerlerimizi hatırlattığınız için teşekkürler
YanıtlaSilYüreğinize, kaleminize sağlık Rabbim Kurbanlarımızı kabul etsin
YanıtlaSilYüreğe dokunan bir yazı emeğinize sağlık
YanıtlaSilHakikaten de insan istediği şeyden vazgeçince istediğinin kat kat üstünde verilmeye başlıyor ne zaman kalbiyle vazgeçtiği zaman, samimi olduğu, güvendiği merciyi ikna ettiği zaman …….❤️
YanıtlaSil