Gökyüzünün masmavi boşluğuna dalmıştı, sanki sonsuzluk ona bir cevap verecekmiş gibi. Yüzünde hayatın sıcaklığını hissediyordu. Sanki her şey olduğu gibi kalacak, hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi. Ölüm uzak, rüzgarla bile taşınamayacak kadar uzaktaydı. Ama gerçek bambaşkaydı. Hiç beklenmedik bir anda, soğuk bir rüzgârın ardına gizlenmiş ölüm, kapısını çaldığında, insanın yüreğine işleyen bir soğuk olurdu bu… Bir kar tanesinden, bir su damlasından bile daha keskin. Hiçbir rüzgârın taşıyamayacağı kadar acı, hiçbir yağmurun silemeyeceği kadar kalıcı.
Annesinin son günlerini hatırladı. Alzheimer, ondan annesinin yüzünü, kokusunu ve anılarını yavaş yavaş çalmıştı. Ama ölüm, her şeyi birden alıp götürmüştü. Düşünceler muğlaktı; eskiye mi daha çok özlem duymalıydı, yoksa onsuz geçecek geleceğe mi alışmalıydı? Dünlere elveda demek mi daha zordu, yoksa yeni günlere onsuz başlamanın ağırlığı mı daha çekilmezdi? Evinin önündeki kırık saçak altına sığındığı yağmurlu bir akşamı anımsadı. Annesiyle geçen son bahar günlerinden biriydi. Birlikte bir fincan çay içmiş, sadece sessizlikle birbirlerine sarılmışlardı. Annesinin elinin sıcaklığı hâlâ parmak uçlarındaydı. Ancak bu sıcaklık, her geçen gün biraz daha silikleşiyordu. Artık ne annesinin sesi ne kokusu ne de varlığı vardı yanında. Geriye sadece anılar ve boş bir ev kalmıştı.
Gözleri buğulandı, kelimeleri tıpkı duyguları gibi düğümlendi boğazında. Eski günlerdeki o samimi kahkahaları düşündü, birbirlerine fısıldadıkları küçük sırları. Şimdi o sırlar, annesinin yokluğunda sessizliğe gömülmüştü. İnsan, en çok da bu sessizliğe alışmayı öğreniyor diye düşündü. Zor olansa, her yeni güne o sessizlikle başlamak, onsuz geçen günlerin birikimiyle baş başa kalmaktı.
İnsanı Ayakta Tutan Anılar
Biliyordu ki onsuz geçen günlerin de bir anlamı vardı. Hayatta kalanlar, gidenin geride bıraktıklarıyla ayakta durmayı öğreniyordu. Her şey yok olurken, sevgi baki kalıyordu. Geriye kalan sevdikleri onu hayatta tutacak, her sabah yeniden kalkıp o kırık saçak altına çıkmasını sağlayacaktı. Annesinin izleri; yüreğinde, ruhunda, her nefesinde var olacaktı. Onu kaybettiği yerden, hayatta kalanların sevgisi ve anılarıyla yeniden toparlayacaktı.
O gün, kırık saçak altında hayatın ince sızılarını hissederken, yaşamın ve ölümün iç içe geçtiğini bir kez daha anlamıştı. Ölümün getirdiği soğuk rüzgar her an kapısında olabilir ama hayatın sıcaklığı da aynı kapıdan içeri sızabilirdi. Ve belki de en çok, ölümden sonra bile geriye kalanlar sayesinde hayatta kalmak mümkün oluyordu.
Ölüm Bir Şahitlik Meselesi
Ölüm herkes içindi ama en çok hayatını en güzel şekilde değerlendirenler, ölümü de severek karşılayabilirdi. Annesinin iyi olduğu zamanlardan; onun neşeli, hayata hep iyi yanından bakan hallerini de anımsıyordu. Herkesle uyumlu, dostlarının en önemli günlerinde yanında olan biriydi. Cenazesinde fark ettiği çok önemli bir şey vardı. Meğerse insan hayatını yaşarken aslında nasıl öleceğini ve cenazesinde neler konuşulacağını da dizayn ediyordu. O gün annesine başsağlığına gelenler o kadar içten üzüntülüydü ki… Her birinin ağzından yaşadıkları bir anı çıkıyordu. Zamanında yaptığı iyilikleri sanki bir bir ortaya çıkıyordu.
Şahitlik… Belki de insan yaşarken çevresine güzel şahitlikler bırakabilmeliydi. İşte o zaman ölümün o keskin soğukluğu kim bilir bir nebze olsun hafiflerdi. Gidenin ardından hem hüzünlenmek hem de onun adına huzur duymak nasıl kıymetliydi…
O cenaze günü aslında annesi hakkında çok daha fazla şeyler öğrenmiş oldu ve ona bir kez daha hayran kaldı. Annesini, hasta geçirdiği günlerinin yanında yaptığı iyiliklerle daha çok anmaya başladı. Sıra; kendi ömrünü kıymetlendirerek, bir gün gelecek olan ölümü güzel karşılamaktaydı. Ölüm hem uzak diyarlarda bir komşu hem de çok yakınlarda bir dost gibiydi. Yapılan onca iyiliğin kat kat büyüyerek beklediği uzak bir diyara tatlı bir geçişti. Sımsıkı tutunduğun hayat defterinin kapanışıydı. Uzakları yakın eden, yakınları uzak edendi.
Her şey gelip geçer. Bir iz olarak kalanlar; yapılan iyilikler, bırakılan güzel şahitliklerdir. Kimi farkında bile olmadan, en beklemediği anda karşılar ölümü… Kimi her daim onunla konuşur, sanki ona göre planını yapar…
Çalışma odasındaki masasının çekmecesini açtı… Bir not yazmıştı, onu okuyunca gözleri yaşardı ve yüzünde bir tebessüm oluştu. Bir defasında, biri demişti ki:
‘’Bu dünyada mutlu olanlar, aslında öbür dünyada mutlu olacak olanlar…’’
Zamanın ne kadar kıymetlı olduğunu hatırlatır bize ölüm. Sevdiklerimizle geçireceğimiz vakitleri ertelemememizi hatırlatır. Ölümün varlığını bilerek yaşayanlar hayatı daha hakkını vererek yaşarlar. Yaşamı anlamlı kılan şey ölüm.
“Meğerse insan hayatını yaşarken aslında nasıl öleceğini ve cenazesinde neler konuşulacağını da dizayn ediyordu“ ne kadar da doğru insan bu şekilde bakmıyor hayata
Zamanın ne kadar kıymetlı olduğunu hatırlatır bize ölüm.
YanıtlaSilSevdiklerimizle geçireceğimiz vakitleri ertelemememizi hatırlatır.
Ölümün varlığını bilerek yaşayanlar hayatı daha hakkını vererek yaşarlar. Yaşamı anlamlı kılan şey ölüm.
Gerçek mutluluk…
YanıtlaSilNe güzel yüreğimize dokunan bir yazı
YanıtlaSilgerçekten önemli olan bu dünyada yapılan iyilikler ve güzel şahitlikler bırakabilmek çok kıymetli
Hem hüzün hem de huzur veren bir yazı. Teşekkürler
YanıtlaSilİnsan yaşarken etrafına güzel şahitlikler bırakabilmeli.. Emeğinize sağlık. 💐
YanıtlaSilEllerinize sağlık :'(
YanıtlaSil‘’Bu dünyada mutlu olanlar, aslında öbür dünyada mutlu olacak olanlar…’’
YanıtlaSilHer iki cihanda da mutlu olabilmek duasıyla🤲🏻
“Meğerse insan hayatını yaşarken aslında nasıl öleceğini ve cenazesinde neler konuşulacağını da dizayn ediyordu“ ne kadar da doğru insan bu şekilde bakmıyor hayata
YanıtlaSil