“Boğuluyorum, resmen boğuluyorum bu evde!”
Evin içinde her bir odaya girdiğinde, nefesi daha da daralarak çıktı odalardan Melis…
Nefes Alacak Yer Yok
Mutfaktaki dolaplarda ihtiyaçtan fazla tencere, tava, renk renk, boy boy, şekil şekil saklama kapları, koca bir dolap dolusu kavanoz vardı. Banyo ise ‘’İndirimde nasılsa.’’ diye alıp stok yaptığı, kullanamadan son tarihi geçmiş şampuanlar, kremler, makyaj malzemeleri, çeşit çeşit taraklar, ıvır zıvırlarla doluydu.
“Güya tasarruf edecektim daha çok zarara girdim kullanamadan çöp olacaklar, hep israf!”
Oturma odasındaki ağzına kadar dolu, açıp içine bile bakmadığı çekmeceler…
“Niye duruyorlar ki o zaman bu çekmecelerin içindekiler! Neler doldurdum içlerine kim bilir!”
Giysi dolaplarını açtı, göz gezdirdi;
“15 kişiye yazlık kışlık gani gani giysi çıkar şuradan, hala gidip yenisini alıyorum. Koyacak yerim kalmamış, kırış kırış olmuşlar, istiflemişim resmen! Kim bilir görmediğim kısımlarda neler var! Of ayakkabılara bakmak bile istemiyorum yüreğim kaldırmayacak artık!”
“Yatağın altı, koltukların altı, çekmeceleri geçtim sehpaların eşya koyma yerlerine kadar evde doldurmadığım tek bir delik bırakmamışım. Şu kurdele ne mesela? Kesin ben bununla bir şey yaparım diye atmamışım koymuşum buraya. Peki bir şey yapmış mıyım? Hayır! Niye atmamışım o zaman? Ya lazım olursa diye!’’
Kendi kendine konuşmasına hem güldü hem de sinirlendi…
“Nasıl boğulmayayım bu evde! Bana yaşayacak, huzur verecek bir alan kalmamış ki!”
Birkaç yılda bir bu buhranı yaşıyordu Melis… Sonra sadeleşmeye gidiyordu, gidiyordu da çoğunlukla ortalıktaki eşyaları gözden kaldırıyordu. İçleri dolu çekmecelerin, yatak ve divan altlarının dolu olmasının sebebi bu yüzdendi. Artık koyacak yer kalmayınca ne yapacağını şaşırmıştı.
“Bu böyle olmayacak, dışarıya çıkıp bi nefes almam lazım.”
Üzerine ince bir ceket aldı. Onlarca ceketin içinden sürekli olarak iki-üç tanesini giydiğini, diğerlerinin dolabı beklediğini fark etti, diğer birçok eşyası gibi… Kendini sokağa attı.
Herkesin yöntemi farklıdır. Takılıp kalınca, çözüm bulamayınca, içi sıkılınca kimi arkadaşını arar, kimi müzik dinler, kimi yemek yapar, kimi temizlik… Melis de yürüyüşe çıkardı.
Doğadan Deneyim Çıkartmak
Derin bir nefes aldı göğe baktı… Ekim ayı da bitip gitmişti, Kasım’da tam sonbahar havası vardı. Sonbaharın son demleri... Masmavi, hafif güneşli bir gökyüzü, ılık ama her an esebilirdi. Yürümeye başladı. Kulaklıklarını çıkarttı, sonra geri koydu. Bugün zihnini oyalamak istemiyordu. Evine yakın çok güzel bir park vardı, oraya gitmeye karar verdi. Parkta yavaş yavaş yürümeye başladı. Yerdeki kurumuş yaprakları görünce gülümsedi. Biraz utanarak, içten içe neşeli, çıtır çıtır seslerini duymak için yere düşen ve rengini kahverengiye bırakmış yapraklara basarak gidiyordu ki aklına bir şey geldi. Durdu… Yakındaki bir banka oturdu, ağaçları izlemeye başladı. O izlerken daldan kopan bir yaprak döne döne ayağının ucuna düştü. Eğildi yaprağı yerden aldı.
“Ağaçlar bile zamanı geldiğinde yapraklarını bırakıyorlar, sen neyden vazgeçemiyorsun? Ne zaman aşırılaşmaya başladın tüketimde?”
Düşündü… Hayatında üretiminin olduğu zamanlarda vakti o kadar dolu oluyordu ki… Yorgun ama ortaya koydukları sebebiyle keyifli, mutlu olduğu için sadece ihtiyaçlarını alması onun için yeterli oluyordu. Ne zaman yorulduğunu düşünüp ara verse, o ara uzuyor ve fark etmeden boşluğa düşüyordu. O zamanlarda evde olan kıyafetinin farklı rengini beğendiği için veya ihtiyacı olmadığı halde daha yenisi olduğu için aldığını fark etti. Birebir aynı kazağın, ayakkabının farklı renkleri vardı evde. Elektronikte bile bir üst model çıkınca alıyordu ama eskisinden kurtulmuyordu. Eline ‘biraz bakıp çıkmak’ için telefonu aldığında, sosyal medyada saatlerini tüketiyordu. Orası da sürekli çıkan reklamlarla insanı cezbediyor, tüketime sevk ediyordu.
İnsan neyi algılarsa onu aktarır.
Üretmeyen insanlar tüketmeye başlar. Kendi yemeğini üretmiyorsa sürekli dışarıdan yemek tüketir. Amacına yönelik bir hedefi yoksa zamanını tüketir. Bir süre sonra aldıkları da mutlu etmez insanı… Hep daha fazlası, daha yenisi, en son modeli alınır. İhtiyacı olanla yıllarca yetinirken, miktar arttıkça; kullanım süresi, mutluluk birkaç saatle kalır, sonra bir köşede unutulur. İhtiyacı olmayan eşyalarla, boşa geçirdiği zamanıyla ne yapacağını bilemediğinde mutluluğu da tükenir. Tüketirken kendisini de tükettiğini fark etmez. Fark etmek gerek… Bazen ağaçtan düşen bir yaprak, bazen ailemiz, eşimiz, arkadaşlarımız fark ettirir bize problemimizi.
Nereden başlayacağını düşünüyordu Melis elindeki yaprağa bakarken…
“Bunca yılın ihtiyaç fazlasından kurtulmak...” Ağaç bile bütün yapraklarını birden dökmüyordu. O da bir yerden başlamalıydı SON bahar temizliğine…
Üretmeyen insan tüketen insandır...
YanıtlaSilEllerinize sağlık…
YanıtlaSilBu güzel yazı için çok teşekkür ederim. Benim de aklımdan geçenlere bir cevap oldu. Kaleminize sağlık 💐
YanıtlaSilBugün o gün demek ki, haydi Gülfem iş başına. 😊
YanıtlaSilİnsan tüketirken kendini de tükettiğini fark etmez. Çok güzel bir cümle olmuş inşallah fark edenlerden oluruz. Çok teşekkürler yazı için adım adım sadeleşmek ve sonbahar temizliği nasip olsun.
YanıtlaSilİnsan tüketirken farkında olmadan kendini de tükettiğini bir anlayabilse...
YanıtlaSilİnsan ne yaparsa kendine yapıyor
YanıtlaSilÇok tanıdık geldi Melis'in hikayesi :)
YanıtlaSilHayatımızda iletişim ve tüketim dengesinin bozulduğu şu zamanda “ Üretmeyen insanlar tüketmeye başlar.” Bu cümleyi gerçekten idrak edebilmek çok kıymetli…
YanıtlaSil