Hafta sonları kısa süre de olsa şehir dışına çıkmayı dört gözle bekliyorlardı. Özellikle de hava müsait olursa erkenden Şile’ye, dedesinin evine gidip orada birkaç gün geçirmek tüm aileye çok iyi geliyordu.
Arabayla eve yaklaşırken, bahçelerinde onların yolunu gözleyen dedesiyle anneannesini gördüler. Daha ne kadar bu güzel manzaraya şahit olabilecekti acaba? Onları hep bu anda olduğu gibi sağlıklı, mutlu ve huzurlu bulalım diye içinden dua etti…
Dedesinin ve anneannesinin git gide daha da yaşlandıklarını, güçten düştüklerini görmek üzücüydü. Anneannesi iki büklüm haliyle, sabahtan akşama kadar hiç oturmadan işlerini yapar, dedesi ise zayıf ama dimdik vücuduyla hep bir şeylerle meşgul olup çalışırdı. Bir keresinde kocası: ‘’Biz bu eski toprakların eline su dökemeyiz. Bunlar gençlere taş çıkartır.’’ dediğinde, her şeyi soran küçük kızlarından gelebilecek soru gecikmedi:
“Baba eski toprak ne demek? Neden eline su dökemiyorsun? Taşı nereden çıkartıyor? Hangi taş…”
Evin meyve ağaçlarıyla ve sebzelerle dolu geniş bahçesinde dedesi mevsiminde olan ne varsa bahçesinden toplar getirir: “Yeni topladım çok tazeler, afiyetle yesin kuzularım.” derdi.
Orada yedikleri her şeyin tadı bambaşka gelirdi onlara.
Koca bir yıl daha geçmiş yılbaşı yaklaşmıştı. Günlük hayatlarında bir yılbaşı gündemi vardı artık. Yılbaşı demek artık sadece bir günlük tatil, hediyeler, ailecek yenen akşam yemeği sonrası tombala, kuruyemiş, gece geç saatlere kadar seyredilen eğlenceli televizyon programları, son bir yılın önemli olaylarından derlenen yılbaşına özel programlar, iyi dilek mesajlarından ibaret değildi...
“Hep gavur icatları bunlar! Önceden böyle miydi?” Komşu evlerdeki yılbaşı ağaçları süslemelerini gören anneannesinin sitemkâr ses tonuyla söylediklerini duyan kızları bunu fırsat bilip sorularını yapıştırdı hemen:
“Anne gavur icadı ne demek? Biz de herkes gibi neden yılbaşı ağacı alıp evimizde süslemiyoruz?”
Oğulları da: ‘’Biz de alalım lütfen, lütfen!’’ diye eteğini çekiştirirken, eşiyle birbirlerine baktılar...Çocukları, etraflarında eğlenceli bir şekilde ışıl ışıl gördükleri bu kutlamaları, ailecek neden yapmadıklarını sorgulamaya başlamışlardı. “Biz yılın sonunu değil de başka bir kültürün bir bayramını kutlamış oluruz o zaman...” dese, bunu çocuklar anlamayacaktı.
Bize ait olmayan bir şeyi, sonradan değiştirsek bile, kendimize eklemeye çalışmak ne kadar uygun olurdu? Fazla olsun, göz çıkarmaz desek de sonrasında bize yük olacak bir şeyi kim isterdi?
Bize ait olanın ne kadar da kıymetli olduğunu anladığımızda; o zaman kıymetlendirmemiz de özenimiz de ona değer katmamız da artıyor.
Nerede o eski bayramlar diyoruz değil mi? Neden? Çünkü o zaman biz çocuktuk ve bize kıymet veriliyordu. O zaman için alınan bayramlıklar, bize verilen mendiller, mendil arası harçlıklar, ikramlıklar, tatlılar… Şimdi bayramda kapıyı çalan çocuk kalmamıştı neredeyse. Bu çocukları cadılar bayramında şeker toplayan çocuklar olarak görürsek şaşırmayacaktık artık. ‘’Çocuklarımın da benim gibi bayramlarımıza kıymet vermesini nasıl sağlayabilirim?’’ diye düşünmeye başladı. ‘’Bayram öncesindeki arife günlerine kıymet vererek başlamalı, öncesinden hazırlanarak, eski günlerdeki gibi o eski bayramların neşesini geri getirebiliriz…’’ diye içinden geçirdi.
Bize düşen; doğru ve faydalı olanı, bize ait olanı, güzel bir şekilde kıymetlendirebilmek…
Çünkü doğru olan, her terazide er ya da geç ağır basar…
Anneannesinin, evini tertemiz tutarak, rengarenk çiçeklerle güzelleştirmesiydi kıymet…
Dedesinin bahçesiyle, toprağıyla, hayvanlarla tek tek ilgilenmesiydi; onlara olan merhametiydi kıymet…
Kıymet; dedesinin, gençliğini kaybetse de hayat arkadaşına ‘’Kıymetlim.’’ derken ki yorgun gözlerindeki sevgi dolu bakıştı.
‘’Biz de dedemle anneannem gibi yaşlanalım.’’ diyerek eşine gülümsedi. Eşi de, onun düşüncelerini paylaştığını göstermek istercesine elini sıktı.
Kıymetlendirmeyeceğimiz hiçbir kıymete dokunmamak… Kıymetlenenlerin ise bizden aldığı kıymetler ile başkalarının ihtiyacını görerek, yol almasını izlemek...
Kıymetlendirmeyeceğimiz hiçbir kıymete dokunmamak...
YanıtlaSilEmeğinize sağlık 💐
YanıtlaSilElinize emeğinize sağlık çok güzel bir anlatım olmuş
YanıtlaSilM.A.Çakır
YanıtlaSilevet eski gunler benim memleketimde
yıl başında 3 metre kar olurdu köyün bütün çocukları o gece ev ev gezerek un şeker ve yağ toplardık o köyün büyük hanesi kimse onun evonde toplanır ve topladığimız sekeri unu yağından helva yaparlardı büyüklarimız hem yerdik hemde dağıtırdırdık gecenin sonunda tüm çocukların eline kına yakılırdı ne zaman gavur icadı tv geldi bozuldu herşey elinize sağlık
Kıymet bilenlere selam olsun çok kıymetli bir yazı teşekkürler 🍀
YanıtlaSil"Bize düşen; doğru ve faydalı olanı, bize ait olanı, güzel bir şekilde kıymetlendirebilmek" aldım bu cümleyi :)
YanıtlaSilSahi neydi kıymet sahip olduklarımız mıydı? Yoksa sahip olmaya çalıştıklarımız mı?
YanıtlaSilSahip olmaya çalışırken elimizdekilerin değerini bilememekti…
Emeğinize kaleminize sağlık🌿
Varolan kıymetlerimize, hak ettiği kıymeti neden vermemiz gerektiğini düşündürdü:) Varolanın , verolanı muhafaza etmenin önemi:)
YanıtlaSil"Bize ait olanı kıymetlendirmek"... Gerçekten ne kadar anlamlı. Teşekkürler bu güzel yazı için.
YanıtlaSilAdı gibi ne kadar kıymetli bir yazı…
YanıtlaSil