Sahile indiği o gün hava bir başka güzeldi. Aylin, yaz akşamları sahile yakın kaldıkları pansiyondan kumsala gelirdi… Neredeyse bir haftadır pansiyondaydılar.
Kumların yumuşaklığı, parlaklığı, çokluğu ve birliği... Ona o kadar çok şey ifade etmeye başlamıştı ki. Her gidişinde yeni yorumlamaları oluyor, bir sürü şey düşünüyordu. Bir kum tanesi insana bu kadar ne düşündürebilirdi? Belki de bazen sadece yürürken bir an durup bakmak gerekirdi. Şehir hayatının hızı içinde hayatın anlamı da fark edilmeden kayıp gidiyordu. Ve giden belki de sadece zamandan ve ömürden ibaret değildi.
Peki ya kumsalın ve her şeyin üzerinde direksiz duran gök kubbe, göğün genişliğinde uçan kuşlar, rüzgârda kıpraşan yapraklar, yollardan topladıkları böğürtlenler, mis kokulu defneler... Üstelik bir de kendilerine has renkleri vardı her birinin hem de hiç abartılı veya kusurlu durmuyordu üzerlerinde. En önemlisi daha dikkatli baktığında bir şey fark etti. Elinden akan o ipeksi kum, mavi gök, kuşlar ve dahası aslında devamlı bir hareket halindeydiler. Sanki hepsi bildikleri bir yol üzere akıp gitmekteydiler. Kumlara baktı tekrar sonra rüzgârın esişiyle kumların rüzgârın peşinden gidişlerini izledi. Kuşların hep birden belli bir yöne uçuşunu izledi.
Birkaç aya yapraklar sararmaya başlardı. Gökleri aydınlatan güneş de ha battı ha batacaktı. Hepsinin amaçlarına yönelik hedefleri vardı. Hepsini bir arada düşününce her şey nasıl da ahenkli bir şölene dönüşüvermişti. Ve bu şölendeki her bir malzemenin detaydaki güzelliği; mesela bir böğürtlenin rengi ve görünümü bile sadece bir sanatkarın elinden çıktığını ispat etmeye yetiyordu. Çok iyi bir boyacısı olduğunu ve her detayı düşünen bir sanatkârı olduğunu düşündü.
Peki ya insanoğlu? Bu harekete ne kadar uyumlu yaşıyordu? Yaratılan her canlının bir hedefi, amacı varsa insanoğlunun da bir amacı olması gerekmez miydi? Doğanın bu şahitliğine bakarak kendisinin de bir hareket başlatması gerekmez mi? Nasıl oluyor da insan bu hareketi durdurabiliyor , sonra da kendi durduğu bu düzenden şikayet edebiliyordu? Aslında hareket ettikçe zihninin de o kum tanesi gibi canlandığını fark ediyordu. Düşünmediği şeyleri düşünmeye başlamıştı, daha önce öylesine bakıp geçtiği bir kum tanesine bile anlam yüklemeye başlamıştı.
Çözülemez sandığı problemlerle ilgili bile aklına bazı çözümler gelmeye başlamıştı. İnsanoğlu doğaya baktığında ve doğaya uyumlu yaşamaya başlayınca ne kadar da çok şey öğrenebiliyordu. O kadar kendi problemlerinin içindeyken kumsalda yaptığı o yürüyüş, kuşları gökyüzünü kum tanelerini gözlemlemek ona çok iyi gelmişti. Bu koca alemin içinde, kendisinin ne kadar da küçük olduğunu fark etmişti. Aslında doğanın uyumuna bakınca kendi ilişkilerindeki uyumsuzluğu fark etti. Ve bu kadar uyumsuz kalarak nasıl ilişkilerini sürdürebilirdi? Yürüdükçe, baktıkça, irdeledikçe her şey daha berraklaşıyordu sanki. Bakalım bir sonraki hareket yolculuğunda neler fark edecekti? Güneşin batmasıyla Aylin pansiyona doğru geri dönmeye başladı.
Şehir hayatının kaosunda sıkışıp ne çok kaçırdığımız şeyler var :( emeğinize sağlık çok güzel bir yazı…
YanıtlaSilPeki ya insanoğlu? Bu harekete ne kadar uyumlu yaşıyordu? Yaratılan her canlının bir hedefi, amacı varsa insanoğlunun da bir amacı olması gerekmez miydi?
YanıtlaSilEllerinize sağlık...
Doğadaki ahenge bakarak kendi ahengimizi bulabilirdik, tabiki hareket halindeyken düşünmemiz gerekiyordu
YanıtlaSilUyum hayatın sürecini ve kalitesini belirliyor. Güzel bir anlatım👋🌸
YanıtlaSilİnsan doğaya bakınca ora da ki uyuma ve ahenge hayran kalıyor ve gerçekten de kendi hayatında da uyumlanma ve ahenk kurmanın önemini irdelemeye başlıyor ufuk açıcı bir yazı teşekkürler
YanıtlaSilİnsanoğlu maalesef dünyanın kendi etrafında döndüğünü zannediyor ancak hayat o kadar çeşitli ve güzel ki bu nedenle kendimizden uzaklaşıp hayata baksak zaten çözülecek bir şey kalmayacak
YanıtlaSilİnsanoğlu hayatım kendi etrafında döndüğünü zannediyor oysa hayat o kadar çeşitli ki ve güzel ki biraz etrafına baksa aslında çözülecek problem de kalmıyor hayat güzelleşiyor…..
YanıtlaSilHareketi durdurmamak…
YanıtlaSil