Sadelik Her Zaman Güzel Midir?

Kapı zili çalıyordu 

Zeynep yorgunluğuna yalnızlığına rağmen kapıyı zorla açmıştı. Belki yaptığına pişman olup geri dönmüştür diye ümit ederek…

Kapıyı açtığında önce küçük bir kız çocuğu ile göz göze geldi. Sonra elindeki kaseyi gördü, duyduklarına anlam veremeden kokuyu içine çekti. 

-Merhaba, biz yeni taşındık 

-Annem size gönderdi, annemle beraber aşure yaptık

-Kuru yemişlerini ve susamı ben attım 

-Afiyet olsun 

Ne diyeceğini bilemeden bir iki kelime mırıldandı ve kapıyı kapattı.

Kaseyi masaya bıraktı, çocukluğunun en sevdiği tatlısıydı.  Nasıl da unutmuştu. İçinde bulguru, nohutu, fasulyesi, kayısısı, fıstığı, fındığı, bademi ve susamı olan oldukça birbirine karışık görünen ama özleşince gayet uyumlu bir tatlıydı halbuki. Şimdi en sevdiği tatlı  muhallebiydi. Süt, un ve seker. Yaşlandıkça kullandığı kıyafetlerin, eşyaların, mobilyaların, isteklerinin çeşitliliği artarken yediği yiyeceklerin ve ilişkilerinin çeşitliliği azalmıştı. Sabah yulaf, öğlen hamburger, patates kızartması, akşam çorba salata. Sadeleşmeyi galiba yanlış anladım dedi buruk bir gülümsemeyle. 

Sinanla tanıştığı ilk günlerde arkadaşları vardı. Kuzenleri ile görüşürdü. Apartmanda gün yapardı, liseli arkadaşlarıyla ayda bir buluşurlardı. Düzenli voleybol oynar arada bir turnuvalara katılırdı. Arkadaşları o olmadan buluşmak istemez sensiz tadı çıkmıyor derlerdi. Hayatı tıpkı masanın üzerinde duran iyi özleşmiş, kıvamını almış tatlı gibiydi. Zıttında kıyafetleri sade, kullandığı eşyalar azdı. 

Sinan'a aşık olduktan sonra hiç kimse ile görüşmek istemiyor her şeyi onunla yapmak istiyordu. Spora onunla, tatile onunla, alışverişe onunla. İlk başta Sinan da bu durumdan hoşlanmıştı ama yavaş yavaş sıkılmaya arada bir arkadaşlarıyla görüşmeye başladı. Zamanla arkadaşlarıyla daha çok zaman geçirmeye, sıkılıyorum, sen de arkadaşlarınla görüş demeye başlamıştı. Ama Zeynep ne arkadaş istiyordu ne de başkasını. Sinan sadece ilk günkü heyecanını kaybetmişti, eğer daha güzel giyinirse, evini daha güzel yaparsa Sinan yine eve dönerdi yine onunla vakit geçirmeyi severdi. 

Değişim zıttına hükmetti ve evde eşyalar arttı, kıyafetler arttı ama Sinan'ın ilgisi azaldı. O arkadaşlarıyla vakit geçirmek istedi. Her şey güzel olsun diye çırpındıkça kavganın dozu ve sıklığı arttı. 
En son,  bu sabah ben ayrılmak istiyorum sen de başının çaresine bak diyerek evden gitmişti. 

Nereden başlardı hayata, evliliğine vakit ayırmak için işini bırakmıştı, ailesiyle  arası bozuktu, hiç arkadaşı kalmamıştı. Bu kadar çeşitli ilişkinin güzelliğini, lezzetini neden bir tek eşinden beklemişti. 
Tüm bunları düşünürken farkında olmadan çorbadan bir kaşık almış ve arkadaşının gönderdiği blog yazısını okumaya başladı.

Aşure Günü: Bir Tencerede Umut, Bir Kaşıkta Kardeşlik
Şöyle düşün…
Bir gemidesin. Dışarıda sular yükselmiş, gökyüzü kara, dünya sessiz… Koca bir tufandan geriye sadece sen ve sevdiklerin kalmışsınız. Elinde avucunda ne varsa bir tencereye koyuyorsun. Çünkü yaşamak devam etmeli. Çünkü umut da aç kalırsa susar. İşte o tencerede pişen şey sadece yemek değil… Bir dua aslında. Bir teşekkür. Ve bir başlangıç.
Buna “aşure” diyoruz.
Hz. Nuh’un Tenceresi
Rivayete göre Hz. Nuh’un gemisi Cudi Dağı’na oturduğunda, tufandan kurtulanlar günlerdir aç ve yorgundu. Ellerinde kalan azıcık malzemeyi, biraz nohut, biraz buğday, bir tutam kuru meyve ve ne varsa hepsini bir tencerede kaynattılar. Çünkü paylaşmak, hayatta kalmanın en güzel yoluydu.
Düşünsene… Tufandan sonra pişen ilk yemek. İçinde şükür var. Dayanışma var. Sabır var. Ve en önemlisi: birlik var.
Bugün hâlâ aynı duyguyla pişiyor bu yemek. Her evde tencere başka ama niyet aynı: Paylaşmak.
Aşure, Aynı Anda Hem Çok Şeydir Hem Bir Şey
Aşure aslında bir çeşit “biz olma çorbası.” Herkes kendi evinden bir tat getiriyor o tencereye… Kimi fındık koyuyor, kimi fasulye. Kimisi gülsuyu damlatıyor, kimisi limon kabuğu rendesi… Ama sonunda ortaya çıkan şey tek bir tat: birlikten gelen bereket.
Çocukluğumun mahallesinde bu gelenek hiç bozulmaz mesela. Bir kişi yapmaya görsün… O gün mahalle mis gibi kokar. Tencereler sırayla kapı kapı gezer. Kaşıklar kadar tebessüm de paylaşılır.
İşte o gün, komşunla yalnızca bir tatlı değil, birlikte yaşamanın güzelliğini paylaşırsın.
Aşure Günü Ne Hatırlatır?
Her şey bittikten sonra bile, yeniden başlamak mümkündür.
Paylaştıkça çoğalırız, cimrileştikçe eksiliriz.
Farklılıklarımız, aynı tencerede kaynadığında en güzel tatları verir.
Sabır ve şükür, tufanı bile durdurur.
Sen de Bu Sene…
…bir tencere aşure kaynat. İçine sadece malzeme değil, dua da koy.
…komşunun kapısını çal. “Afiyet olsun” derken aslında “Seninle aynı gemideyiz” de.
…bir kaşık aşure uzat. Belki de o bir kaşık, birinin gününü güzelleştirir.

Yazıyı ve çorbayı bitirdiğinde sanki içi ısındı ve odaya güneş doğmuştu. Tabiki bıraktığı yerden yavaş yavaş tekrar başlayacaktı. 





Yorumlar

  1. “Birlikten gelen bereket” … Emeğinize sağlık.💐

    YanıtlaSil
  2. Umudum ALLAH’tan❤️

    YanıtlaSil

Yorum Gönder